Search engine for discovering works of Art, research articles, and books related to Art and Culture
ShareThis
Javascript must be enabled to continue!

İbn Sînâ’da Ölüm ve Ötesi

View through CrossRef
Bu makalede, İbn Sînâ’nın ölüm ve ötesine dair görüşlerinin ruh-beden ilişkisi bakımından felsefi bir değerlendirmesi yapılmıştır. Ölüm ötesi hayatla ilgili konuların felsefi bir problem olarak nasıl ele alınabileceğinin en önemli örneklerinden birini ortaya koyan İbn Sînâ, ölüm ötesi hayatın ruhaniliği fikrini felsefi olarak temellendirmeye çalışmıştır. Filozof, insan ruhunun gayrimaddi bir cevher olduğunu ve bedenin ölümüyle birlikte yok olmayacağını düşünmektedir. Ona göre ölüm, ruhun bedenden ayrılıp gitmesidir. Bu ise ruh için bir fesat ve bozulma değil, belki bedenî terkibin çözülüp bozulmasıdır. O hâlde filozofun ölüm ve ötesiyle ilgili görüşlerini anlayabilmek için onun ruh-beden ilişkisi hakkındaki görüşlerine başvurmamız gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak İbn Sînâ’nın bu konudaki görüşlerine geçmeden önce onun insan anlayışı üzerinde etkili olan Platon ve Aristoteles’in ruh-beden ilişkisi ile ilgili görüşlerine kısaca yer vermemiz gerekmektedir. Zira Platon ve Aristoteles’in bu husustaki görüşleri İbn Sînâ’yı daha iyi anlamamız adına önem arz etmektedir. Platon’a göre ruh, idealar âleminin bir ferdidir ve sadece düşünmekle kavranabilen, değişmeyen, mükemmel, basit ve yok olmaz/ölümsüz bir cevherdir. Bedenden önce var olan ruh, bedenle ilişki kurarak onu yönetmekte ve bedenin ölümünden sonra da varlığını sürdürmektedir. Felsefeyi ölümü düşünmek olarak tanımlayan Platon, ölümü ise bir yandan bedenin ruhtan ayrılarak kendi kendine kalması diğer yandan ruhun bedenden ayrılarak kendi kendine var olmaya devam etmesi şeklinde açıklamaktadır. Filozofa göre insanın ölümsüzlüğü, ruhun basit ve soyut bir cevher olmasından ileri gelmektedir. Neticede ruh-beden düalizmini kabul eden Platon, insanı salt ruhtan ibaret bir varlık olarak görmektedir. Aristoteles ise ruh-beden ilişkisi ve ruhun ölümsüzlüğü konusunda Platon’dan ayrılmaktadır. O, Platon’un ruh-beden düalizmini açık bir biçimde reddetmektedir. Ruh-beden ilişkisini madde-form ilişkisi (hilomorfik) üzerinden ortaya koyan filozof, bedeni madde, ruhu ise bedenin formu olarak görmektedir. Dolayısıyla ruhun, beden olmaksızın var olması ya da bağımsız bir cevher olması söz konusu değildir. Şu hâlde beden ruhtan ayrıldığında ruh da ortadan kalkmaktadır. Bu yüzden Aristoteles’te herhangi bir ölümsüzlük fikrinden bahsetmek mümkün görünmemektedir. İbn Sînâ’ya göre ruh, faal akıldan taşan manevi bir cevher, beden ise göksel cisimlerin çeşitli hareketlerinin etkisiyle tabii unsurların birleşmesi sonucu meydana gelen maddi bir cevherdir. Ruh ile beden arasındaki ilişki, kaynağını Tanrı’dan alan zorunlu bir ilişkidir. Beden var edildiğinde onun kendi mizacına uygun bir ruhun varlığı da gerekli olmaktadır. Filozof, insanın asli doğası olan ruhun, bedenle birlikte var olsa da mahiyet olarak ondan tamamen ayrı ve basit bir cevher olduğunu ve bedenin yok olmasıyla da yok olmayacağını ifade etmektedir. Ona göre ruh, bedenin ölümünden sonra da varlığını sürdüren ve bedenle olan ilişkisi sırasında elde ettiği yetkinlik düzeyine göre mutluluk ya da bedbahtlık içinde olan ölümsüz bir cevherdir. İbn Sînâ, ruhun ölümsüz olduğunu kabul ederek Aristoteles’ten ayrılmaktadır. Zira o, Aristoteles’in aksine, ruhu bedenin formu olarak değil, onun yetkinliği olarak görmektedir. Bundan dolayı İbn Sînâ, ruh ile ilgili açıklamalarında bedende olmak yerine bedenle birlikte olmaya vurgu yaparken Aristoteles, ruhla beden arasında hilomorfik bir ilişkiden söz etmektedir. Diğer taraftan ruhun ölümsüzlüğü meselesinde Platon’u takip eden İbn Sînâ, ruhun ezelîliği konusunda Platon’dan ayrılmaktadır. Çünkü filozof, ruhun bedenle birlikte var olduğunu öne sürmektedir. Öyleyse İbn Sînâ’nın ruh teorisini ne Aristotelesçi ne de Platoncu olarak adlandırmak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Onun ruh teorisi, her iki filozoftan da önemli etkiler taşısa da açık bir biçimde ikisini de aşan bir konumdadır. Nihayetinde cisimsiz, bölünmez ve ölümsüz bir cevher olan ruh, bedenden ayrıldığında beden ceset hâlini almakta ve canlı varlıklar sınıfından çıkmaktadır. Ruh ise bedenin ölümünden etkilenmeyip varlığını sürdürmekte ve hayatiyetini devam ettirmektedir. İbn Sînâ düşüncesinde ruh için öte dünyada haz alma veya elem duyma şeklinde iki olasılıktan biri mutlaka gerçekleşecektir. Ruhun ölümden sonra alacağı ebedî haz onun mutluluğunu, duyacağı ebedî elem ise onun bedbahtlığını göstermektedir. İbn Sînâ’ya göre ruhun meâdı ile amaçlanan durum tam olarak budur. Ancak filozof, cismani meâdı da reddetmemektedir. Cismani meâd için akıl yoluyla delil getirmenin imkânsız olduğunu, dinin dışında onu ispatlamanın başka bir yolunun olmadığını ifade etmektedir. Sonuç olarak İbn Sînâ’nın, felsefi sisteminin merkezinde yer alan cevher ruhun ölümsüzlüğü düşüncesiyle dinde belirtilen cismani meâd inancı arasında bir uzlaştırma çabası içine girdiği ve böylelikle felsefe-din uzlaşmasına önemli katkılar sunduğu görülmektedir.
Title: İbn Sînâ’da Ölüm ve Ötesi
Description:
Bu makalede, İbn Sînâ’nın ölüm ve ötesine dair görüşlerinin ruh-beden ilişkisi bakımından felsefi bir değerlendirmesi yapılmıştır.
Ölüm ötesi hayatla ilgili konuların felsefi bir problem olarak nasıl ele alınabileceğinin en önemli örneklerinden birini ortaya koyan İbn Sînâ, ölüm ötesi hayatın ruhaniliği fikrini felsefi olarak temellendirmeye çalışmıştır.
Filozof, insan ruhunun gayrimaddi bir cevher olduğunu ve bedenin ölümüyle birlikte yok olmayacağını düşünmektedir.
Ona göre ölüm, ruhun bedenden ayrılıp gitmesidir.
Bu ise ruh için bir fesat ve bozulma değil, belki bedenî terkibin çözülüp bozulmasıdır.
O hâlde filozofun ölüm ve ötesiyle ilgili görüşlerini anlayabilmek için onun ruh-beden ilişkisi hakkındaki görüşlerine başvurmamız gerektiği anlaşılmaktadır.
Ancak İbn Sînâ’nın bu konudaki görüşlerine geçmeden önce onun insan anlayışı üzerinde etkili olan Platon ve Aristoteles’in ruh-beden ilişkisi ile ilgili görüşlerine kısaca yer vermemiz gerekmektedir.
Zira Platon ve Aristoteles’in bu husustaki görüşleri İbn Sînâ’yı daha iyi anlamamız adına önem arz etmektedir.
Platon’a göre ruh, idealar âleminin bir ferdidir ve sadece düşünmekle kavranabilen, değişmeyen, mükemmel, basit ve yok olmaz/ölümsüz bir cevherdir.
Bedenden önce var olan ruh, bedenle ilişki kurarak onu yönetmekte ve bedenin ölümünden sonra da varlığını sürdürmektedir.
Felsefeyi ölümü düşünmek olarak tanımlayan Platon, ölümü ise bir yandan bedenin ruhtan ayrılarak kendi kendine kalması diğer yandan ruhun bedenden ayrılarak kendi kendine var olmaya devam etmesi şeklinde açıklamaktadır.
Filozofa göre insanın ölümsüzlüğü, ruhun basit ve soyut bir cevher olmasından ileri gelmektedir.
Neticede ruh-beden düalizmini kabul eden Platon, insanı salt ruhtan ibaret bir varlık olarak görmektedir.
Aristoteles ise ruh-beden ilişkisi ve ruhun ölümsüzlüğü konusunda Platon’dan ayrılmaktadır.
O, Platon’un ruh-beden düalizmini açık bir biçimde reddetmektedir.
Ruh-beden ilişkisini madde-form ilişkisi (hilomorfik) üzerinden ortaya koyan filozof, bedeni madde, ruhu ise bedenin formu olarak görmektedir.
Dolayısıyla ruhun, beden olmaksızın var olması ya da bağımsız bir cevher olması söz konusu değildir.
Şu hâlde beden ruhtan ayrıldığında ruh da ortadan kalkmaktadır.
Bu yüzden Aristoteles’te herhangi bir ölümsüzlük fikrinden bahsetmek mümkün görünmemektedir.
İbn Sînâ’ya göre ruh, faal akıldan taşan manevi bir cevher, beden ise göksel cisimlerin çeşitli hareketlerinin etkisiyle tabii unsurların birleşmesi sonucu meydana gelen maddi bir cevherdir.
Ruh ile beden arasındaki ilişki, kaynağını Tanrı’dan alan zorunlu bir ilişkidir.
Beden var edildiğinde onun kendi mizacına uygun bir ruhun varlığı da gerekli olmaktadır.
Filozof, insanın asli doğası olan ruhun, bedenle birlikte var olsa da mahiyet olarak ondan tamamen ayrı ve basit bir cevher olduğunu ve bedenin yok olmasıyla da yok olmayacağını ifade etmektedir.
Ona göre ruh, bedenin ölümünden sonra da varlığını sürdüren ve bedenle olan ilişkisi sırasında elde ettiği yetkinlik düzeyine göre mutluluk ya da bedbahtlık içinde olan ölümsüz bir cevherdir.
İbn Sînâ, ruhun ölümsüz olduğunu kabul ederek Aristoteles’ten ayrılmaktadır.
Zira o, Aristoteles’in aksine, ruhu bedenin formu olarak değil, onun yetkinliği olarak görmektedir.
Bundan dolayı İbn Sînâ, ruh ile ilgili açıklamalarında bedende olmak yerine bedenle birlikte olmaya vurgu yaparken Aristoteles, ruhla beden arasında hilomorfik bir ilişkiden söz etmektedir.
Diğer taraftan ruhun ölümsüzlüğü meselesinde Platon’u takip eden İbn Sînâ, ruhun ezelîliği konusunda Platon’dan ayrılmaktadır.
Çünkü filozof, ruhun bedenle birlikte var olduğunu öne sürmektedir.
Öyleyse İbn Sînâ’nın ruh teorisini ne Aristotelesçi ne de Platoncu olarak adlandırmak doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Onun ruh teorisi, her iki filozoftan da önemli etkiler taşısa da açık bir biçimde ikisini de aşan bir konumdadır.
Nihayetinde cisimsiz, bölünmez ve ölümsüz bir cevher olan ruh, bedenden ayrıldığında beden ceset hâlini almakta ve canlı varlıklar sınıfından çıkmaktadır.
Ruh ise bedenin ölümünden etkilenmeyip varlığını sürdürmekte ve hayatiyetini devam ettirmektedir.
İbn Sînâ düşüncesinde ruh için öte dünyada haz alma veya elem duyma şeklinde iki olasılıktan biri mutlaka gerçekleşecektir.
Ruhun ölümden sonra alacağı ebedî haz onun mutluluğunu, duyacağı ebedî elem ise onun bedbahtlığını göstermektedir.
İbn Sînâ’ya göre ruhun meâdı ile amaçlanan durum tam olarak budur.
Ancak filozof, cismani meâdı da reddetmemektedir.
Cismani meâd için akıl yoluyla delil getirmenin imkânsız olduğunu, dinin dışında onu ispatlamanın başka bir yolunun olmadığını ifade etmektedir.
Sonuç olarak İbn Sînâ’nın, felsefi sisteminin merkezinde yer alan cevher ruhun ölümsüzlüğü düşüncesiyle dinde belirtilen cismani meâd inancı arasında bir uzlaştırma çabası içine girdiği ve böylelikle felsefe-din uzlaşmasına önemli katkılar sunduğu görülmektedir.

Related Results

ÖLÜM CEZASI VE YAPIBOZUMU
ÖLÜM CEZASI VE YAPIBOZUMU
Derrida, hiçbir filozofun ölüm cezasına karşı olmadığını, aksine filozofların ölüm cezasını meşrulaştırdıklarını öne sürer. Ölüm cezasına karşı olan filozofların ise ilkesel olarak...
İbn Sînâ’nın Dua Anlayışı
İbn Sînâ’nın Dua Anlayışı
Bu makalede İbn Sînâ felsefesinde, insanın Tanrı’dan bir şey istemesi anlamında duanın, istenilen şeyin gerçekleşmesinde ne tür bir etkiye sebep olduğu incelenmiştir. İbn Sînâ bu k...
Modern Dünyada Ölümle Yüzleşmek: Gassal Dizisinin Sosyolojik Analizi
Modern Dünyada Ölümle Yüzleşmek: Gassal Dizisinin Sosyolojik Analizi
Ölüm, bireysel yaşamın sona ermesiyle birlikte sadece biyolojik bir olgu olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel süreçleri derinden etkileyen evrensel bir gerçeklik olarak...
Âşık’ın Ölüm Tasavvuru: Âşık Çelebi Dîvânı’nda Ölümle İlgili Âdet ve Gelenekler
Âşık’ın Ölüm Tasavvuru: Âşık Çelebi Dîvânı’nda Ölümle İlgili Âdet ve Gelenekler
Klasik Türk şiirinde şairlerin en fazla rağbet ettiği konuların başında ölüm gelir. Mersiyeler başta olmak üzere ölüm üzerine yazılmış tarihler ve manzum mezar kitabeleri, klasik T...
Ibn Sina, Abu ‘Ali al-Husayn (980–1037)
Ibn Sina, Abu ‘Ali al-Husayn (980–1037)
Ibn Sina (Avicenna) is one of the foremost philosophers in the Medieval Hellenistic Islamic tradition that also includes al-Farabi and Ibn Rushd. His philosophical theory is a comp...
ÖLÜM KARİNESİ
ÖLÜM KARİNESİ
Ölüm karinesi, Türk ve İsviçre Hukuku’nda, gaiplikte olduğu gibi detaylı bir düzenlemeye sahip olamamıştır. Bu durum, ölüm karinesinin ölüm ile aynı sonuçlara tabi tutulmasından ka...
ILMU PENGETAHUAN DAN PEMBAGIANNYA MENURUT IBN KHALDUN
ILMU PENGETAHUAN DAN PEMBAGIANNYA MENURUT IBN KHALDUN
Although he also discussed science with various branches and scope, so that he was known as an expert in the discourse of science in Islam, Ibn Khaldun was still often positioned a...

Back to Top